Thomas More, Ütopya adlı ünlü eserinde, dini dayatmaların olmadığı, barış ve refah içinde hayali bir ülkeyi anlatır. More tarihteki ilk laik düşünürlerden biridir. Laikliği savunduğu için İngiliz kralının gazabına uğradı. More'dan yaklaşık 500 yıl sonra, modern dünyadaki hemen hemen tüm ülkeler bilimde ve siyasette laikliği benimsemiştir. Ülkemiz ise Cumhuriyet'le ulaşılan laiklik anlayışından, ÇEDES ve adı bile kadim olan “Türk Asrının Eğitim Modeli” ile uzaklaşmaya çalışmakta; Yani 'Herkes Mersin'e gidiyor, biz ters yöne gidiyoruz' diyecek durumdayız. 16. yüzyılda Vatikan'a karşı savaşan Martin Luther ve John Calvin'in zamanına geri dönüyoruz.
Kıbrıs'a ilişkin Annan Planı'na Türk tarafının “hayır”, Rum tarafının da “evet” demesi beklenirken, referandumda Türk tarafı “evet”, Rum tarafı ise “hayır” dedi. Sonuç şaşırtıcıydı. Bu konuda bence ilginç olan nokta, hem “evet” diyenlerin hem de “hayır” diyenlerin, söz konusu planı tam olarak okumadan, okuduysa bile anlamadan fikirlerini beyan etmeleridir. Benzer bir durum “Türkiye Yüzyılının Eğitim Modeli” için de geçerlidir. Bazıları modeli baştan sona okumadan övüyor, okusalar bile anlamadan, bazıları ise okumadan, anlamadan eleştiriyorlar. Şablonu okuyup kuşbakışı değerlendirmeye çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim: Parça parça okuduğunuzda söz konusu şablon güzel ve doğrudur, eski özgeçmiş sadeleştirilmiş, ancak şöyle baktığınızda Sonuçta bu şablon bilimsel laikliğe aykırıdır ve ülkemizi yüzlerce yıl geriye götürecektir.
Öncelikle bu modeli Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaklaşık bir yıl önce hayata geçirdiği ÇEDES projesiyle birlikte düşünmek gerekiyor. Bu model ÇEDES'i bütünleştiriyor ve derinleştiriyor. ÇEDES'e göre, öğretmenlik belgesi olmayan din adamları ve halen üniversite öğrencisi olan kardeşler dershanelere girecek, öğrencileri camilere götürecek ve dini görüşleri ile onları etkilemeye çalışacaklar. Psikolojide ifade edilen “gestalt”taki performans bütünlüğüne baktığımızda “Türk Yüzyılı Eğitim Modeli” genç beyinleri kapsamlı bir şekilde geri getirme projesidir.
BİLİMSEL laikliğe darbe
Milli Eğitim Bakanlığı modelinde bilimsel laikliğe karşı açık bir ifade bulunmuyor ancak öğretmenlerden fen derslerini anlatırken din dersleriyle ilişki kurmaları isteniyor. Bu durum bilimin laik doğasına aykırıdır. Ülke yönetiminde laiklikten önce bilimde laiklik gereklidir. Din bilime müdahale ettiğinde hem bilim hem de din zarar görmekte, özellikle dini kurumlar zaman içinde geri adım atmak zorunda kalmaktadır. Örneğin Galileo Galilei'yi dünyanın dönmediğini belirten bir belgeyi imzalamaya zorlayan Vatikan, bu olaydan yaklaşık 359 yıl sonra artık inkar edilemez bir noktaya geldiği için Galileo'nun manevi kişiliğinden resmen özür dilemek zorunda kalmıştı. . dünyanın döndüğünü. Darwin'in ölümünden yaklaşık 150 yıl sonra İngiltere Kilisesi ve Vatikan, Darwin'in torununa yazılı bir belge verdi: “Galileo Galilei'ye yapılan haksızlık, sizin dedenize de yapıldı. Evrim var ama onu Allah yarattı.” ilave olarak.”
Sonuçta dindar kişilerin bilim adamlarının işlerine karışması yanlış da olsa yaygındır. Profesör. Dr. Yaşar Nuri Öztürk dindarlara şunları söyledi: “Bilim adamlarının işlerine karışmayın.” Öyle görünüyor ki Öztürk'ün önerisi dikkate alınmamış, ÇEDES ve “Türk Yüzyılı Eğitim Modeli”nde laik eğitim bir kenara bırakılarak bilim ile din uzlaştırılmaya çalışılmıştı. Bilim ile dini uzlaştırmaya kalkarsanız önce bilim zarar görür. Bilimin sürekli değişmesi ve zaman içinde kendini yenilemesi gerektiğinden, din bilgisi değişime uğramaz ve olduğu gibi kalmalıdır.
Ülkemizden öğrenciler 20 yıldır dünya çapında PISA sınavlarına katılıyor ancak ülkemiz bu dönemde bir kez bile ilk 10'a girmeyi başaramadı ve son sınavda ise ancak 34'üncü sırada yer aldı. Çünkü bu sınav gençlerin ezberlenmiş bilgilerini değil, düşünme becerilerini ölçüyor. Bu incelemenin sonuçları, eğitim sistemimizin öğrencilerin düşünme becerilerini geliştiremediğini göstermektedir. ÇEDES ve yeni modelle bunu geliştirmek mümkün görünmüyor. Çünkü yeni model öğrencilere nasıl düşüneceklerini değil ne düşüneceklerini öğretmeyi amaçlıyor. Mars'a ezberleyenler değil, düşünmeyi öğrenenler gidecek. İran filmi “Leyla'nın Kardeşleri”nde şöyle bir cümle var: “Size ne düşüneceğiniz öğretildi, nasıl düşüneceğiniz öğretilmedi.” İran'la da benzer sorunlarımızın olduğunu düşünüyorum.
ÇEDES tartışılmayan bir oldu bitti olarak sunuldu. Artık “Türk Yüzyılının Eğitim Modeli” denilince akla şu soru geliyor: “Ülkenin ekonomik sorunları, örneğin eğitim meselesi konuşulmak yerine, toplumun dikkati başka yere çekilerek gündem değiştiriliyor. Evin kira sorunu mu var?” Olumsuz eleştirilerin ne ölçüde dikkate alınacağını gözlemleyerek bu konuya karar vermek mümkün olacaktır.