RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin'den “dijital faşizm” ve “yeni medya” açıklaması: “Sokak röportajları yoluyla yalana ve toplumun aşağılanmasına izin veremeyiz!”

Sokak röportajı sırasında söylediği sözler nedeniyle 10 günü aşkın süre tutuklu kalan Dilruba'nın ardından sokak röportajları konusu yeniden gündeme geldi. Aynı şekilde televizyondan bağımsız bir alan olarak kabul edilen YouTube'da da çeşitli programlarda ele alınan konular tartışılmaya devam ediyor.

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, geçtiğimiz günlerde katıldığı Ekol TV programında Armağan Çağlayan'ın sorusuna şöyle yanıt verdi: “Bizim YouTube'u kapatmadık ama kimse toplumu yanıltamaz. kitleleri bilerek etkilemek için röportaj teknikleri” dedi.

Ebubekir Şahin'den yeni açıklama geldi: “Toplumu manipülasyon ve dezenformasyondan korumak”

“Sosyal medya kanallarında “Sokak Röportajları” veya “Vatandaş Görüşleri” gibi isimlerle yayınlanan içeriklere dikkat çekiyoruz. Basının etik değerlerine aykırı olan bu yayınlarda toplumun manipüle edilmesine izin veremeyiz. Sosyal medyanın yeni medya platformlarında kitleleri bilerek etkilemek amacıyla yanıltıcı röportaj teknikleriyle aşağılanması, yalan söyleme, propaganda yapma ve itibar suikastına kalkışma masum bir eylem olarak görülemez.

7 Ekim'den bu yana soykırım politikası yürüten İsrail'e karşı Filistin'in bağımsızlığı için mücadele eden Hamas lideri İsmail Haniye'nin şehid edilmesinin ardından geleneksel ve dijital medyada sansür konusu yeniden gündeme geldi. Sosyal medya platformları şehit Haniye ile ilgili paylaşımları silerek hem kullanıcıların görüşlerini sınırlamakla kalmadı, hem de ifade özgürlüğüne ciddi bir darbe indirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı, Haniye'nin şehadetinin ardından gıyaben kılınan cenaze namazını sosyal medya üzerinden canlı yayınladı ancak Instagram yayını kaldırdı. Ayrıca benim de yayınladığım Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali Erbaş ve iletişim yöneticimiz Prof. Bu yasaklar, sosyal medya şirketlerinin İsrail'i destekleyen Batılı ülkelerin politikalarına ve işgal politikalarına nasıl “uyumlu” davrandığını anlamak açısından önemli. Bu “uyum politikası” aynı zamanda sosyal medya şirketlerinin özgür ve bağımsız hareket etmediğini de gösteriyor.

“TERÖR ÖRGÜTLERİNİN EYLEMLERİ MEŞRU OLMAYA ÇALIŞIYOR.”

Hatırlayacağınız gibi uzun yıllar terör örgütlerinin ülkemizin birlik ve bütünlüğünü hedefleyen eylemlerini ifade özgürlüğünü parantez içine alarak meşrulaştırmaya çalıştık. Terör örgütü mensupları Batı başkentlerinde Türkiye aleyhine yayın yapmaya devam etti. Ancak Batı, kendi politikalarına uygun görmediği bir taziye mesajına bile tahammül edemeyecek kadar ifade özgürlüğünü göz ardı edebilir. Bu nedenle Batılı ülkeler, özellikle ABD, gerektiğinde ifade özgürlüğünü hem ülkemize hem de Batılı olmayan toplumlara karşı istismar etmektedir.

Düşünce özgürlüğü konusunda da benzer bir durum görülüyor. Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak her yıl düzenli olarak yürüttüğümüz İslamofobi çalışmalarında düşünce özgürlüğü ile Batı politikaları arasındaki “uyumluluk” ilişkisi ortaya çıkıyor. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Batı medyasında İslam dinine ve Müslümanlara karşı ayrımcı ve ötekileştirici yayınlar ortaya çıktı. İlk kez 1997 yılında hazırlanan bir raporda kullanılan İslamofobi kavramı, artık İslam karşıtlığını körükleyen bir mekanizmaya dönüşmüştür. Hollywood sineması uzun yıllardır Müslümanlarla ilgili kalıp yargılar üzerinden Müslümanlar hakkında olumsuz imajlar yaratmaya çalışıyor. Müslümanlar; Kaba, acımasız, gerici ve terörist olarak sunuldu. İslam dünyasına yönelik bu kaba ve genelci yaklaşımlar, İslamofobiyi körükleyen bir mekanizmaya dönüştü. Hollywood yapımlarının yanı sıra ana akım medyada oluşturulan içeriklerle de Müslümanlar hedef alınıyor.

“KURAN YOK EDİLDİ VE NEFRET SUÇU İŞLEDİLER”

Nefret söylemi sonucunda Batı ülkelerinde Müslümanlara ve İslam'ın kutsal mekanlarına yönelik çok sayıda saldırılar yaşanıyor. Başörtülü kadınlar sokak ortasında tacize uğradı, camilere saldırılar düzenlendi, Peygamberimize çirkin ithamlarda bulunuldu ve son olarak kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in yakılması gibi en büyük nefret suçları işlendi.

Ancak Batı medyası ve Batılı siyasetçiler bu düşük seviyeli saldırılara tepki verirken düşünce özgürlüğüyle bu eylemleri savunmaya çalıştılar. Bu olayların ardından Batılı muhataplarımıza, kutsal şeylere hakaret etmenin, gerçek dışı ithamlarla Müslümanları hedef almanın düşünce özgürlüğü olarak görülemeyeceğini defalarca ifade ettik.

Batı medyasının açıkça İslamofobik tutumuna dikkat çektik ve bu tutumun din ve vicdan özgürlüğüyle bağdaşmadığı gibi dünya barışına da zarar verdiğini belirttik. Ancak tüm bu uyarılara rağmen Batılılar İslamofobi gerçeğiyle yüzleşecek olgunluğu hiçbir zaman gösteremediler. Bunun yerine İslam karşıtlığı Batılı siyasetçilerin oy toplamaya çalıştığı bir alana dönüştü. Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan katıldığı uluslararası bir toplantıda şu sözlerle bu duruma dikkat çekti: “Diğer ülkelerde Müslümanların ve İslam’ın aşağılanması, küçümsenmesi, hakaret edilmesi, kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğraması ve Müslüman düşmanlığına dayalı siyaset giderek büyüyen bir trend haline geldi.”

İSRAİL SINIRINDA ÖZGÜRLÜK

Bu noktada Batı'da Yahudi karşıtı davranış olarak görülen Yahudi karşıtlığının suç olarak değerlendirildiğini de unutmamak gerekiyor. Bugün birçok Batılı ülkede İsrail Devleti'nin işlediği suçları eleştirmek bile antisemitizm olarak tanımlanıyor ve yasal bir suç sayılıyor. İsrail'i eleştirmenin bedeli sadece medyada değil, üniversitelerde de ağır.

Hatırlayacağınız gibi İsrail'in Gazze'de sivillere yönelik saldırılarının ardından 7 Ekim'den sonra çok sayıda protesto eylemi yaşanmıştı. Harvard Üniversitesi'nde İsrail'i protesto eden öğrencilerin eylemini düşünce özgürlüğü olarak savunan Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, bu sözlerinin ardından kendisini baskı altında buldu ve istifa etmek zorunda kaldı. Kimsenin Yahudilik hakkında açıkça konuşmasına izin vermeyen Batılı ülkeler, İslam'a yönelik saldırıları sorun olarak görmüyor.

Hal böyleyken, İsrail Devleti hakkında söylenen tek bir söz bile antisemitizm olarak değerlendirilip suç sayılırken, İslam'a yönelik saldırıların düşünce özgürlüğü olarak savunulması, Batılı devletlerin düşünce özgürlüğü konusunda samimi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. İfade özgürlüğü kadar düşünce özgürlüğü de Batı'nın içeriğini istediği gibi doldurduğu bir araca dönüşüyor. Aynı şekilde İslamofobiyi körükleyen İslam düşmanlığı da nefret suçu olarak görülmüyor.

İnsan hak ve özgürlükleri konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Örneğin Gezi ayaklanması sırasında İstanbul'da 24 saat canlı yayın yapan Batı medyası, Gazze'de keskin nişancıların çocukları hedef almasına, hastanelerin ve ibadethanelerin bombalanmasına, binlerce insanın öldürülmesine ne yazık ki sessiz kaldı. öldürülmek; İsrail karşıtı tek bir yayına bile izin verilmedi. “Özgür ve bağımsız” olduğunu iddia eden Batı medyası, olayları çarpıtıp İsrail'in bakış açısından küresel izleyiciye sunma yarışına girdi.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın da belirttiği gibi, “İsrail vahşetini gizlemek ve Filistin halkının sesini susturmak için her yola başvurdular.” Batı medyası, İsrail'in ve onu destekleyen Batılı ülkelerin politikaları söz konusu olduğunda insan hak ve özgürlüklerinin kendileri için bağlayıcı bir değer olmadığını bir kez daha tüm dünyaya göstermiş oldu.

DEZENFORLAMA VE SINIRLAMALAR!

Tüm bu olayların üstüne sosyal medyanın geniş kitlelere daha hızlı yayılma gücüne sahip olması sorunu daha da büyütüyor. Sosyal medya şirketlerinin dijital dünyayı bir manipülasyon aracına dönüştürmesi, şirketlerin doğru bilgiye ulaşmasını engellediği gibi bireylerin davranışlarına da yön veriyor. Bu mecralarda egemen güçler lehine fikir oluşturmak amacıyla kullanıcılara iradeleri dışında bazı içerikler sunulmaktadır. Bu bakımdan Gazze'deki olaylar sırasında sosyal medya şirketlerinin uyguladığı sansürü sıradan bir durum olarak görmemek gerekiyor. Sosyal medyada üretilen dezenformasyon artık birçok ülke tarafından ulusal güvenlik sorunu olarak görülüyor.

Batılı olmayan toplumları manipüle etmek ve politikalarını Batı ile uyumlu hale getirmek için Batı düşüncesinin evrensel değer olarak sunduğu kavramların kullanılmasına çok dikkat etmek gerekiyor. Bu bakımdan Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak öncelikli görevimiz Türk toplumunu manipülasyon ve dezenformasyondan korumaktır. Terör örgütlerinin Türkiye'ye yönelik sosyal medya kampanyaları, sapkın hareketleri normalleştirmeyi amaçlayan içerikler ve Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik saldırılarıyla mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu bağlamda son olarak sosyal mecralarda “Sokak Röportajları” veya “Vatandaş Görüşleri” gibi çeşitli isimler altında yayınlanan içeriklere dikkat çekiyoruz. Basın mesleğinin ilkeleriyle bağdaşmayan ve basının etik değerlerine aykırı olan bu yayınların toplumun yönlendirilmesine izin veremeyiz. Yeni medya platformlarında bilerek kitleleri etkilemek amacıyla yanıltıcı röportaj teknikleri kullanarak toplumsal değerlerimize hakaret etmek, yalan, propaganda ve itibar suikastı yapmak masum bir davranış olarak görülemez. Ayrıca tüm bu etkinliklerin ve yayın yerlerinin görsel yayıncılık alanında faaliyet gösteren anayasal bir kurum olan RTÜK tarafından denetlendiğini de belirtmek isterim.

“VATANDAŞI DİJİTAL FAŞİZMDEN KORUYACAĞIZ”

Cumhurbaşkanımızın “dijital faşizm” olarak tanımladığı bu dayatmalara karşı Türkiye Cumhuriyeti olarak vatandaşlarımızın özgürlüğünü korumaya devam edeceğiz. Sosyal medyada üretilen yanlış bilgilerden tek bir vatandaşın dahi etkilenmemesi ve mağdur olmaması için dijital bağımsızlık çalışmalarımızı daha da geliştireceğiz. Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak günümüzde ortaya çıkan iletişim sorunlarıyla mücadele etmek ve çözüm önerileri sunmak temel görevlerimizden biridir. Bu sorumluluğumuzun gereği olarak her platformda belirttiğimiz gibi Amerika'da ya da başka bir Batı ülkesinde yasalara uyan sosyal medya şirketlerinin Türkiye'de de yasalara uymasını sağlamak konusunda asla taviz vermeyeceğiz. Türkiye'de medya özgürlüğü yasal olarak güvence altına alınmıştır. “Hiçbir uluslararası kurum veya şirketin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının basın özgürlüğünün sınırlarını belirleme hakkı yoktur.”

Önceki içerik Sonraki içerik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir