Türkiye barışın, istikrarın, güvenin, karşılıklı saygının, karşılıklı büyümenin teminatı haline geldi

TÜGVA Genel Merkezi’nde düzenlenen İhtisas Akademiye Giriş Semineri ve Genç Yönetici Okulu eğitimine katılan Kalınca, gençlerin 21. yüzyıl yaşamına hazırlanması için oldukca yönlü olarak kendilerini yetiştirmeleri icap ettiğini söylemiş oldu.

Kalınca, 21. yüzyılda küreselleşme sonrası devrin arayışının devam ettiğini sadece insanlığın hemen hemen kaotik ortamdan kurtulamadığı eleştiri dönemde her insana büyük vazife düştüğünü belirterek, “Dünyanın geleceğini şekillendirirken biz hangi iddiayla ortaya çıkacağız? Dünyaya söyleyecek sözümüz nedir? Bu sözü doğal ki başkalarının dudaklarında, başkalarının dillerinde aramayacağız. O sözü biz, kendi irfan geleneğimizde, ilim geleneğimizde, kendi lügatımızda, kendi fikriyatımızda inşa ile tüm insanlığa sunacağız.” diye konuştu.

Türkiye’nin bugün bulunmuş olduğu noktada kendini dünyada konumlandırırken, her insanın kendi kendine sorması gerekenler bulunduğunu dile getiren Kalınca, şöyleki devam etti:

“Türkiye bugün barışın garantörü olan bir ülkedir. Bugün dünyada barışın teminatıdır Türkiye. Bunun altını doldurmak, bunu siyasetimizle, düşüncemizle, üniversite eğitimimizle, toplumsal faaliyetlerimizle, diplomasimizle, tutumsal faaliyetlerimizle, yardım faaliyetlerimizle, STK’lerimizle bir tüm olarak ortaya koymak da hepimizin hem bireysel hem de kolektif vazifesidir. Türkiye’nin barışın teminatı olması yalnız bir söylemden ibaret değildir. Türkiye’nin eskiden bir ihtimal bu şekilde bir vizyonu vardı fakat bunu hayata geçirecek enstrümanları yoktu, hemen hemen bu güç kabiliyetine ulaşmış değildi. Fakat hamdolsun bugün Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Şimal Afrika’dan Orta Doğu’ya, Ege’den Akdeniz’e, Karadeniz’den Afrika’ya kadar değişik yerlerde ve coğrafyalarda Türkiye, barışın, istikrarın, güvenin, karşılıklı saygının, karşılıklı büyümenin teminatı haline gelmiştir.”

– “DÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR DEDİĞİMİZDE, ALTINI DOLDURACAK ADIMLARI ATIYORUZ”

“Biz dünyaya ‘Dünya 5’ten büyüktür.’ dediğimizde, Cumhurbaşkanımızın sloganıyla ‘Daha adil bir dünya mümkündür.’ dediğimizde, bunun altını dolduracak adımları da eş zamanlı olarak atıyoruz.” ifadesini kullanan Kalınca, bugün dünyanın bilhassa küreselleşme sonrası yaşamış olduğu hem zihinsel kaos hem siyasal karmaşa dikkate alındığında Türkiye’nin, önündeki on yıllara ilişkin oldukca ciddi hazırlık içinde olması icap ettiğini altını çizdi.

Soğuk Cenk sona erdiğinde, 1989’da Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler Birliği dağıldığında, yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkacağı beklentisinin had safhada bulunduğunu dile getiren Kalınca, “Yeni bir şey hayata merhaba dedi fakat tam olarak seviye miydi, hakkaten küresel miydi sorusunu biz ortalama 30 senedir, 40 senedir da sormaya devam ediyoruz. Acaba ortaya çıkan şey hakkaten küresel manada bir seviye üretebildi mi? Avrupa merkezci tarih, politika ve güzel duyu anlayışını aşmamızı sağlayacak enstrümanları bizlere sundu mu? Yoksa biz hala bir halde küreselleşme başlığı altında Avrupa merkezciliğinin ürettiği politika, kültür, cemiyet, insan kategorileriyle düşünmeye devam mı ediyoruz? İşin pratiğine baktığınız süre Soğuk Cenk’ın sona erdiği, 1990’lı yıllardan itibaren bu arayışın değişik şekillerde, değişik istikametlerde devam ettiğini gördük.” dedi.

– “HERKESİN KENDİNİ AİT HİSSETTİĞİ VE SAHİPLENDİĞİ BİR DÜZEN HALA KURULAMADI”

Dünyada her insanın içinde olduğu, her insanın kendini ilişik hissettiği ve sahiplendiği bir düzenin hala kurulamadığını özetleyen Kalınca, “Yeni dünya düzeni diye ortaya atılan sistemin, fikrin arkasında hala büyük oranda Avrupa merkezci kültürel hiyerarşilerin, siyasal hiyerarşilerin bulunduğunu görüyoruz. Küreselleşme oldukca yönlü bir cadde. Her insanın kendi malını getirip pazara koyduğu bir yer, bir küresel pazar. Küresel köy olarak tasarım edilmiş olsa bile işin gerçeği, küreselleşmeyle beraber küresel tedavüle sokulan fikirlerin, algıların, tavırların, tutumların oldukca büyük bir kısmının hala Avrupa merkezci bir tarih perspektifinden ortaya konulduğunu görüyoruz.” şeklinde konuştu.

“Avrupa merkezcilik” terimine açıklık getiren Kalınca, insanlığın uygarlık akışının, kültür, sanat, bilim, fikir akışının zihinlerde hala Avrupa merkezli fikir kodlarıyla yürüdüğüne dikkati çekti.

Özgür ve emsalsiz olmanın, kendine ilişik tezleri ortaya koymanın kendini dünyaya kapatmak demek olmadığını vurgulayan Kalınca, şunları söylemiş oldu:

“Yerli ve ulusal olmak dünyaya sırtımızı dönmek demek değildir. Tam tersine kendi değerlerimizden aldığımız güçle, perspektifle, inançla, azimle, neşveyle dünyaya yönelmek ve ‘Benim dünyaya söyleyecek bir sözüm var.’ diyebilmektir. Aslen Osmanlı devlet düzeniyle kavramsallaştırılan ‘nizam-ı evren’, doğrusu ‘küresel seviye’ terimi da bu anlamda küreselleşmenin ilk kavramsallaştırmalarından bir tanesidir. Düzen-ı evren terimi, doğrusu dünyada bir seviye olmalı, insanların rahatlık, itimat, sulh içinde yaşayabileceği, kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir seviye olmalı fikri aslına bakarsak bizim politika geleneğimizin ta en başlarına kadar gidiyor.”

– “KÖHNEMİŞ SİSTEMLERİN SONUNUN GELDİĞİ DOĞRUDUR”

Küreselleşmeyle beraber “Dünya bundan sonrasında bir tüm olarak tarihin sonuna doğru ilerleyecek.” şeklinde bir liberal ütopyanın yayıldığını kaydeden Kalınca, Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” isminde kitabını yazdığında, Hegel’in devlet teorisinden ve tarih felsefesinden hareketle, insanlığın en iyi yönetim arayışının sona erdiğini ve tarihin sonuna doğru hızla ilerlendiğini iddia ettiğini hatırlattı.

Geçen 20-30 senelik tecrübenin, insanlığın en iyi yönetim modeli mevzusundaki arayışının bitmediğini, tersine değişik alanlarda devam ettiğini, çeşitlendiğini, bu mevzularda değişik görüşlerin daha değişik şekillerde dile getirilmeye başladığını açık şekilde ortaya koyduğunu belirten Kalınca, şöyleki devam etti:

“İnsanlığın arayışı sonlanmış olan değil. Bu anlamda da tarih sonu gelmiş değil. Bazı şeylerin sonunun geldiği doğrudur. Bazı eski modellerin, köhnemiş sistemlerin sonunun geldiği doğrudur fakat insanoğlunun tarih arayışı devam ediyor. Dolayısıyla ‘Bu arayış içinde bizim söyleyecek sözümüz nedir?’ sorusunu kendimize her gün tekrardan ve tekrardan sormamız gerekiyor. Bu suali cevaplarken de bizim kendimizi dar bir köşeye, bir mevkiye, bir mahalle, bir bölgeye sığdırmak, sıkıştırmak yerine, küresel evrensel bir bakış açısıyla, aynı nizam-ı evren fikrinde olduğu benzer biçimde bir bütüncül global bakış açısıyla bu meselelere bakmamız gerekiyor. Küreselleşme dalgası, ister istemez dünyada bir büyük hercümerce, bir kargaşaya niçin oldu. İnsanlar, toplumlar, bireyler, topluluklar, bu büyük dalgaya karşı iyi mi yanıt verebileceklerini bilemedi. Aniden değişik etkisinde bırakır, imgeler, duygular, pozisyonlar, fikirler etrafımızı sarmaya başladı.”

– “YENİ BİR DÜNYA İNŞA ETME TEKLİFİNDE BULUNUYORUZ”

Büyük küreselleşme dalgasına karşı 1990’lı yılların sonlarından itibaren daha ulusalcı, daha korumacı, daha içe kapanan eğilimlerin öne çıktığına işaret eden Kalınca, “Küreselleşme bir büyük dalga olarak üstüne geldiği süre insanoğlu sağlam durabilmek için bir şeylere tutunma ihtiyacı hissetti. Bilhassa Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağcılık, bu devrin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bugün Avrupa siyasetini tutsak alan, daraltan, aşırı sağ perspektifler, yer yer ırkçı yer yer faşist yaklaşımlar, göçmen, yabancı, İslam, Müslüman karşıtı perspektifin Avrupa siyasetinde bu kadar güç kazanması ve ana akım siyasetin rengini ve istikametini belirler hale gelmesi, küreselleşmenin yarattığı bu dalganın etkilerinden bir tanesi. Bugün bu yalnız bir Avrupa meselesi değil.” değerlendirmesinde bulunmuş oldu.

Avrupa’da yükselen ırkçılığın ve aşırı sağcılığın, tüm insanlığı ilgilendiren bir sorun haline geldiğini söyleyen Kalınca, “Tüm bunlara karşı biz, yeni bir dünya inşa etme teklifinde bulunuyoruz.” dedi.

– “YENİ DÜNYA DÜZENİ ASLINDA NE YENİ NE DÜNYA NE DE DÜZENDİ”

Voltaire’nin Mukaddes Roma İmparatorluğu ile ilgili “Ne kutsaldı ne Roma’ydı ne de imparatorluktu.” söylediğini aktaran Kalınca, “Yeni dünya düzeni de aslına bakarsak ne yeni ne dünya ne de düzendi. Başka bir oyunun, başka bir kurgunun bir parçası olarak önümüze getirilmişti. Şimdi bunu sorgulamak, enine boyuna eleştiriye doğal olarak tutmak, yapı çözümüne doğal olarak tutarak yerine bir şey koymak bizim temel görevimiz, misyonumuz. Türkiye bugün artık bu iddiaya haiz olacak olanak ve kabiliyetlere kavuşmuş bir ülkedir.” ifadelerini kullandı.

Geçmişte “Yapamazsanız, yaptırmayız.” diye önü kesilen ne kadar mevzu var ise Türkiye’nin bugün bu tarz şeyleri aşmış, artık yeni bir yolculuğa çıkmış durumda bulunduğunu kaydeden Kalınca, şöyleki konuştu:

“Yeni ufku, bilhassa gelecek yıl Cumhuriyet’imizin 100. yılına girdiğimizde artık oldukca daha ileriye, geleceği inşa etmeye dönük bir ufku ifade etmektedir. Türkiye bu anlamda dünyaya söyleyecek sözü olan bir ülkedir. Barışın teminatı olarak yalnız kendi barışını ve huzurunu değil, tüm bölgesini ve dünyanın barışını ve huzurunu dikkate alarak bir küresel seviye inşa etmeye çalışan bir ülkedir. Zira biz biliyoruz ki her şeyin iç içe geçmiş olduğu bu küreselleşme çağlarında tamamımız güvende olmadan, hiçbirimizin güvende olması mümkün değildir. Tamamımız refahtan hisse almadan hiçbirimizin ulaşması mümkün değildir. Tamamımız sulh ve istikrarı, huzuru paylaşmadan, sahiplenmeden hiçbirimizin bu değerleri sahiplenmesi ve yaşaması mümkün değildir. O yüzden Türkiye ‘hakkaniyet, eşitlik, adil paylaşım’ diyor, ‘eşit ilişki, göz hizasında ilişki’ diyor. Bizlere yüzlerce senedir empoze edilen Avrupa merkezci hiyerarşik kategorileri reddediyor. Bunların yerine bizlere ilişik fakat hepimizin paylaşabileceği, insanlığın ortak iyisinde buluşabileceğimiz değerleri inşa etmeye ve bu tarz şeyleri insanlıkla paylaşmaya çalışıyor. Bizim siyasetteki temel iddiamız, dış politikadaki temel iddiamız bu. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok fakat asla kimsenin de gelip hakkımızı hukukumuzu ihlal etmesine müsaade etmeyiz.”

Türkiye’nin hem sert hem yumuşak güç unsurlarını kullanarak akil güç olma mücadelesi verdiğini belirten Kalınca, sözlerini şöyleki tamamladı:

“Yeri vardığında askeri gücümüzü kullanıyoruz, ordumuzu müdafa sanayimizi, SİHA’larımızı kullanıyoruz. Yeri vardığında diplomasiyi, kültürü, anlaşmayı, müzakereyi kullanıyoruz. Bu tarz şeyleri birleştirmek suretiyle de kendimize, bölgemize ve dünyamıza bir ileti veriyoruz. Her insanın kaynaştığı, ortak olduğu, hepimizin eşit, adil, onurlu bir halde yaşayabileceği, hepimizin özgürlüğünü serazat bir halde deneyim edebileceği bir dünya inşa edebiliriz. Burada insan onurunu merkeze alan bir insan tasavvurunu, bir küresel sistem tasavvurunu inşa etmek mümkündür diyoruz.”

Yoruma kapalı.